İnsan doğası gereği, izlenmekten ve gözetlenmekten hoşlanmaz. Yaptığı bazı eylemlerin gizli kalmasını, başka bir ifadeyle hayatında özel bir alanın bulunmasını arzular. Bu durum insanın yaratılışından kaynaklanan bir ihtiyaçtır. Ancak konu sanal dünyaya geldiğinde bu durum değişebilir. İnsanlar, burada gözetlenmeyi arzulayan bir tutum sergileyebilir. Günlük hayatta mahremiyetin zarar göreceğini düşündüğü için izlenmeye karşı çıkan bir birey, sanal ortamda bu konuyu o kadar önemsemeyebilir.
Teşhir kelimesi “duyurmak, göstermek, açıklamak ve sergilemek” anlamlarını taşır. Ayrıca, herkesin görebileceği şekilde yayıp göstermek ya da sergilemek şeklinde de tanımlanabilir. Bu kelimenin kökeni “şöhret” kelimesine dayanır. Teşhir, şöhreti elde etme ve sürdürme noktasında önemli bir araç olarak kabul edilir. Şöhret hedeflendiğinde, teşhir bir şekilde devreye girer.
Mahremiyet ise, kişinin gizli kalması istenen yönlerini ifade eder. “Başkalarından saklanan, görünmesi ya da duyulması istenmeyen” anlamlarına gelir. Bu tanımlardan yola çıkarak, teşhir ve mahremiyetin zıt kavramlar olduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle, bu iki kavram arasında bir denge kurmak son derece önemlidir. Çünkü her şeyin teşhir edilmesi doğru olmadığı gibi, her şeyin gizli kalması da mümkün değildir.
Teşhir ve mahremiyet arasında kurulacak dengeyi şöyle ifade edebiliriz: Ortadaki küçük alan, mahrem alanımızı temsil eder. Bunun dışında kalan geniş alan ise herkesin görebileceği, teşhir edilen kısımdır.
Bu denge, ahlaki bir terazinin iki kefesi gibidir. Dengenin bozulması durumunda, mahrem ve açık alan birbirine karışır. Mahrem alanın gereğinden fazla genişlemesi, açık alanın daralmasına yol açar ve sosyal ilişkilerde sorunlar ortaya çıkabilir. Tersine, mahrem alanın daralması ve açık alanın genişlemesi ise sınırların belirsizleşmesine ve sosyal problemlere neden olur. Bu dengesizlik, ruh sağlığı açısından da olumsuz etkiler doğurabilir. Çünkü asıl olan, mahremiyet ve teşhir arasındaki dengeyi korumaktır.
Mahremiyet ve Teşhir Arasında
Küçük bir köyde, Zeynep adında genç bir kadın yaşardı. Zeynep, bahçesinde özenle yetiştirdiği çiçekleriyle meşhurdu. Köylüler, onun çiçeklerine hayranlıkla bakar, evine gelen misafirler çiçeklerden yapılan buketleri uzun uzun överdi. Ancak Zeynep'in bahçesinin tam ortasında bir gül vardı ki kimse o güle dokunamaz, hatta yaklaşamazdı. Zeynep bu gülü özel bir örtüyle örter, onun sadece kendisine ait olmasını isterdi.
Bir gün köye bir gezgin geldi. Gezgin, Zeynep'in çiçeklerini gördü ve onları herkese göstermek için bir resim sergisi düzenlemeyi önerdi. Zeynep başlangıçta tereddüt etti. Tüm çiçeklerinin fotoğraflarını çekmek hoşuna gitse de, ortadaki gülün fotoğraflarının çekilmesine izin vermek istemedi. Gezgin, "Ama bu gül en güzel olanı! Herkes görmeli!" dedi. Zeynep ise nazikçe, "Bu gül benim mahremiyetimdir. Onu paylaşmak istemiyorum," diye cevap verdi.
Sergi günü geldiğinde, köylüler Zeynep'in çiçeklerinin sergilendiği resimleri hayranlıkla izledi. Ancak herkes merakla, "O ortadaki gülü neden göstermedin?" diye sordu. Zeynep onlara şöyle dedi:
"Her şeyin sergilenmesi gerekmez. Mahremiyet, insanın kendisiyle ve sevdikleriyle paylaştığı bir alan olmalıdır. Eğer her şey teşhir edilirse, değer dediğimiz şeyler yitip gider. Bahçemin güzelliği, hem görülen çiçeklerimde hem de gizli kalan gülümde saklı."
Köy halkı bu sözleri düşündü. O günden sonra, insanlar sadece paylaşmak istediklerini sergilemeye başladı ve mahremiyetin önemini daha iyi anladılar.
Zeynep’in hikâyesi, mahremiyetin ve teşhirin dengeli bir şekilde ele alınması gerektiğini hatırlatıyordu. Çünkü hayatın güzelliği, bazı şeylerin saklı kalmasında gizliydi.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.